ERZURUM'DAN SEÇMELER
(ŞİİRLER, FIKRALAR, İNTİZAR VE BEDDUALAR, TEMENNİLER, ÇEŞİTLİ YAKIŞTIRMALAR, ATA SÖZLERİ, DEYİMLER, MEŞHUR NÜKTEDANLAR<Gullebi Turan, Teyo Pehlivan>)
ŞİİRLER
ERZURUM
Âşıklar diyarı Erzurum ili,
Emrah’ın aşından tadanlar bilir.
Cennet Pınarı’nın zemzem suları,
Katre katre suyun yudanlar bilir.
Palandöken erken alır güneşi,
Kükrer yiğitleri, coşar dadaşı,
Çiçekli, çimenli Dumlu’nun başı,
Çekip yaylasına gidenler bilir.
Veysel der dağları yiğitler bekler,
Şehitler kanından açar çiçekler,
Yeryüzünde olan her türlü renkler,
Saf boyasın tespit edenler bilir.
Âşık Veysel ŞATIROĞLU (1894- 1973)
DADAŞ
Yuvanın büyük oğlu Dadaş diye anılır
Türk ilinde Erzurum Dadaş ile tanınır.
Dadaş Mehmetçik olur savaş meydanlarında,
Yiğitlik kanı kaynar asil damarlarında.
Erzurum bir kaledir, Dadaş onun direği,
Yurt sevgisiyle çarpar, coşar temiz yüreği,
Ağırbaşlı, çalışkan, uysaldır evde, dışta,
Her hali hoşa gider görünce ilk bakışta.
Ödev bilir düşküne yoksula yardım etmek,
Kötülükten ıraktır, gerçekten Dadaş demek.
Kapısı gönül gibi misafire açıktır,
Evinde konuk olan Dadaşına âşıktır.
Ceylan gibi çeviktir, ipek gibi yumuşak,
Bükülmez kolu asla, her savaşta yüzü ak.
Kükreyen aslan gibi yüzü vakur, heybetli,
Demirden vücutları, başlar dimdik, kuvvetli.
Yüzünde çelik yaydan gerilmiştir iki kaş,
Güleç gözler üstünde kurmuşlar sanki bağdaş.
Palandökenler gibi ne kadar ağır, asil,
Dadaş olmak şerefli her kula nasip değil.
Doğurmamış analar Dadaştan üstününü,
Kır atının sırtında yükseltmiştir ününü.
Yüz çevirmez Dadaşlar, ölüm, yara, bereden,
Ne Yemen’in çölleri, ne Kafkas’dan, Kore’den.
Ateşten çember gibi, düşman içinde gezer,
Aman diyen kurtulur, yan bakanları ezer.
Türk milleti bilir ki doğuda Dadaş varken,
En kara günümüzde ufku kara duman sararken.
Çelikten hisar olur, sınırdan kimse sızmaz,
Kan gövdeyi götürse, Dadaş buna aldırmaz.
Yaylaların çocuğu, serhadlerin yoldaşı,
Gıranitten daha sert, kırılmaz Türk’ün başı
Alparslan’ın kılıcı bu yaylada parladı,
Şahlanan akınlarla anayurdu sağladı.
Dadaş o günden beri doğuda bekçi kaldı,
Yurda göz dikenlerden Türk’ün öcünü aldı.
Bakışlar şimşek gibi sanki yıldırımla eş,
İman dolu göğsünde eriyor kurşun, ateş.
Atilla, Fatih, Yavuz, Atatürk’ün neslisin,
Köroğlu menkıbendir, Emrah sazın ve sesin,
Nene Hatun süt vermiş, öğüt vermiştir sana,
Aziziye anıtı şahittir hatırana.
.
Dadaş vurgunum sana, mertliğin vasfedilmez,
O kadar şanın çok ki onu saymakla bitmez.
Bar oynarken seçilir Dadaşlardaki hüner,
Bu cenk oyunlarını görenin başı döner.
Davul-Zurna sesiyle kuşandılar Dadaşlar,
Yurt yolunda severek verdiler nice başlar.
Dağılan düşman seli sağa sola kaçıyor,
Dadaşlar yalın kılıç, siperleri aşıyor.
İbrahim BUDAK
ÇAYNAME
Bir mübarek nesnedir ki övülür,
Erzurum’da her şeyden çok sevilir.
Sıra sıra tepsilere dizilir.
Yakut renkli, pırıl pırıl demli çay.
Akar gider Akpınar’ın suları,
Yazıcı’sı, daha birçok pınarı,
Tabakhane, Cennet Çeşme suları,
İçmezler de “ ille olsun taze çay”.
Dide destan, kışları ve barları,
Yaylasında kısrakları, tayları,
Sularından nefis olur çayları,
Dadaşların tutkusudur, burda çay.
Erzurum’un mutfakları düzenli,
Biçim biçim semaverle bezeli,
Eksik olmaz sofrasında ezeli,
Lavaş ekmek, civil peynir, bir de çay.
Açma çörek, bohça kete yenilir,
Yenildikçe, “daha var mı” denilir,
Tazelenir, tazelenir verilir,
Ömürleri tazeleyen taze çay.
Ufak ufak kırılmakta şekerler,
Dil üstünde kıtlamasın içerler,
Limon, çayın namusunu lekeler,
Bakiresi, bir bardak da taze çay.
Düğün dernek, çalgı ahenk kurulur,
Zurna çalar davullara vurulur,
Çok bar tutar, Dadaş’ları yorulur,
Her molada getirirler demli çay.
Gandara’nın söğütleri gövdeli,
Gövdesinin altı koyu gölgeli,
Küme küme çay içenler neşeli,
Her muhabbet aleminde vardır çay.
Bir tarafta tarla çayır biçilir,
Bir tarafta buğday saman seçilir,
Şeker yoksa, zararı yok içilir,
Kişmiş ile, tamas ile orda çay.
Mantı ile turşu yedim yanmışam,
Otuz içtim, şimdi ancak kanmışam,
Semaveri tükendiğin sanmışam,
Tazesinde hele doldur, ver bir çay.
Semaverler sıra sıra dizili,
Demlikleri nakış nakış yazılı,
Akşam sabah Erzurum’da hasılı,
Fokur fokur, buğu buğu hazır çay.
Şair değil, aşinadır fırçaya,
Neler yazdı, tiryakisi bu çaya,
Gönül ister, düşsem yollara yaya,
Orda içsem birkaç bardak doğru çay.
İçkileri biraz sertçe taşladım,
Çay içmeye kıtlamayla başladım,
İhsan der ki, vah ederim yaşlandım,
Doktur dedi, “açık olsun senin çay”…
İhsan Coşkun ATILCAN
ERZURUM VE ERZURUMLU
Yaşlı başlı,
Beyaz saçlı sıradağlar…
Kolkola, omuz omuza
Sanki Hoşbilezik barındalar.
Barbaşında Palandöken
Koltuğunda Ereğli
Karşısında Dumlu Dağı
Birbirinden değerli.
Poççik çeken Ejdertepe
Kardan bir kuşak sarmış beline
Ve uzanıp bulutlardan
Bir mendil almış eline,
Yayla yeli veed içinde
‘Heyhey de heyhey’ i dolamış diline.
Yücelerin yücesi Aziziye
Tarihte Bir inci
Bağdaş kurmuş keyfince
Bu tabloya seyirci.
Bu halkanın kucağında
Tarihiyle gururlu,
Dadaşıyla onurlu,
Kışları güzel, iklimi sert;
Karekteri sağlam, insanı mert,
Evet, evet, evet işte Erzurum
Ve Erzurumlu.
İhsan Coşkun ATILCAN
ERZURUM’DA RAMAZAN
Çabuk gitti on bir ay,
Geçti yaz, gitti hazan
Ve kışın ortasında
İşte geldi Ramazan.
Tam bir şenlik ayıdır
Erzurum’da Ramazan,
Yayılır her tarafa;
Minarelerde ezan.
Yediden yetmişe dek
Camilere gidilir,
Hafızlar Kuran okur,
Allah’a şükredilir.
İftar vakti yaklaşır,
Topta bütün kulaklar.
Tiryakiler sinirli;
Rast geleni pataklar.
Nihayet top atılır,
Sigaralar yakılır,
Çorbanın arkasından
Semavere bakılır.
Yemek faslı bitince
Arkasından başlar çay
Sabrın bitmezse eğer;
İçilen çayları say…
Çay faslı bitince
Gidilir Camilere,
Yüce tekbir sesleri
Yükselir kubbelere…
Camiden çıkılınca
Çoğu kahveye gider.
Cebi delik olanlar;
Evin yolunu tutar.
Kahvede tavla atan
Birbirini kandırır.
Yatanları davulun
Gür sesi uyandırır.
Böyle gördü burada
Bu mısraları yazan
Neş’e verir insana;
Erzurum’da Ramazan.
Kemal ÇORUH
PALANDÖKEN DAĞLARI
Bir gün Palandöken dağından geçtim,
Artık son ışıklar sönüp çakarken;
Ta uzakta eski bir hanı seçtim,
Yolcular önünde ateş yakarken.
Bu dağlar ne yaman, ne yüce dağlardı,
Başında bir bora döner, çağlardı.
Derindeki sesler o sedalardı,
Köpüklü ırmaklar durmaz akarken.
Kat kat bulutları başımla deldim,
Çıktım, en dik yerime geldim;
Birdenbire bir kuş gibi yükseldi,
Başımı kaldırıp göğe bakarken…
Necip Fazıl KISAKÜREK (1905 – 1983)
ERZURUMLU
Göğsü gül nakışlı, Dadaş bakışlı,
Bakışı gönlüme bir hoş akışlı,
Kurbanam gel olma çok can yakışlı,
Katarken canıma can Erzurumlu.
O ne gözler Tanrım, şu kıza bakın;
Kan kaynar görünce can cana yakın,
Kız kara sevdana düşersem sakın,
Dökerim uğruna kan Erzurumlu
Bakma gözlerime, gözlerim yanar.
Köz dolar bağrıma, sana baksalar.
Yaradır yüreğim, dokunma kanar.
Kan görür gözlerim, kan Erzurumlu
Barışta ceylansın, savaşta aslan,
Düşman gelse Palandöken’e yaslan
Yiğitçe ölürsen, erkekçe seslen,
İşte sen kanına kan Erzurumlu
Yiğitçe çalışsam, ölsem ne çıkar?
Al kanım alnımı lekesiz yıkar.
Özlemek yararlı bağrımı yakar.
Gel getir bir avuç kar Erzurumlu.
Papucan sürsem yüzüm yeridir.
Yediğin içtiğin alın teridir.
Topal Gülüzar’ın şaheseridir,
Aziziye tarihte şan Erzurumlu
Sadeddin AKATAY ( 1904 – 1944 )
ERZURUM DESTANI
Yayladır havası, düzdür ovası
Tortum ‘ da yetişir elmanın hası
Dalak baliyinan doldurun tası
Dillerde söylenir şanın Erzurum
Kış gelende soba, ocak yakılır
Tuluklara lor peynirin basılır
Kilerlerden lahanalar asılır
Toprağın şüheda senin Erzurum
Yiyesen tandırın lor dolmasını
Gezesen Umudum Tanburasını
Zığva, yelek, köstek çapulasını
Daşırlar üstünde senin Erzurum
Çeşmelerin Yazıcı, Ağpungar, Zeynal
Beslenir yaylanda bölük bölük mal
Ağam eylen, bahara sen burada gal
Tarihler tarihi yazan Erzurum
Yaz gelende goyun, guzi beslenir
Sen ağlama kömür gözler ıslanır
Kılıç, kama gınlarda paslanır
Gaziler diyarı yüce Erzurum
Elli iki camii kırk üç mehlesi
Garınan beslenir yüzbir çeşmesi
Türbe, Boğaz, ılıca yazın gezmesi
Has olur çiçeğin, otun Erzurum
Gurut ezmesiyinen olur keleçoş
Gızılca yaprağı olur bir meyhoş
Terege dizilir bakır tas, serpoş
Her şeyde er kanı bilen Erzurum
Meclisin badesi her yerde çaydır
Meşhur soğukları kışın üç aydır
Kadını erkeği hepsi bir yaydır
Mertliğin yatağı güzel Erzurum
Toyda birikir yakarlar kına
Gelini, kızı biner paytona
Atlara takılır al yeşil vala
Her yerde aranır suyun Erzurum
Ramazan olanda kandiller yanar
Çarşıda, pazarda mahrama dolar
Genç, ihtiyar, çocuk teravih kılar
Çirişin dağlarda biter Erzurum
Cirit meydanında atlar dolaşır
‘Ala begimin ciridi’ yana savuşur
Davul, zurna çalar meydan karışır
Yüzbin hatırayı daşır Erzurum
Sümmani’n, Emrah’ın, Tivnikli Kami’n
Bir bir şiir ile eder kelamın
Deveboynu, Laleli Nebihanların
Kırmızı laleler biter Erzurum
Mendiller çekilir tutulur barlar
Dutçu’ da Yunus’ un Hakk ’ a el bağlar
İbrahim Hakkı’yı bilenler anlar
Ulular, veliler şehri Erzurum
Aşotusuz ayran aşi bişer mi
Palandökenlerden yolun aşar mi
Yolu uğramiyan acep şaşar mi
Her yerde ikramın olur Erzurum
Gelin geldi, Asbuğa derde şifadır
Erkeği, gadını hepsi paşadır
Eleği, halburi satan poşadır
Sofrası herkese açık Erzurum
Halvayı bişirip tasa basarlar
Şişi, gelberiyi tardan asarlar
Hurma datlısını güzel yaparlar
Aranır yemeğin, yağın Erzurum
Suat IŞIKLI ( 1934 )
MALIM ERZURUM
Ele göresmişem burnumda tütir
Herifi garısı canım Erzurum
Ne olur beni de oriya götür
Geride bırahdım malım Erzurum
Havası suyunu nasi ariram
Zeheri zuggumi balım Erzurum
İnan dutacağım heç bir dalım yoh
Sen benim son dalım dalım Erzurum
Soyuğun bir güzel gışın çoh temiz
Sen benim beyazım garım Erzurum
Tipisi buzi çoh zerari heç yoh
Sopsoyuh bembeyaz yârim Erzurum
Cumhuriyet cadden mecburiyettir
Her sohağın yolun yolum Erzurum
Daş mağazalarına girenler erir
Altını gümüşi dolum Erzurum
Cennet pungarına gügümnen gidim
Dabahana ah pungarım Erzurum
Gelimde buz gibi suyundan âlim
Yudum yudum içim ganim Erzurum
Mehelleler doli köşen bucağın
Çırçırda Tosya da galim Erzurum
Her mehellen igit dadaş ocağın
Gendimi gollaran salim Erzurum
Zinnur TİRYAKİ ( 1954 )
YANİ GARA
Ayağında odun lalın çoh yahışmış Tortum şalın
Datli sözün senin balın ne güzelsen YANİ GARA
Görende bir hoş oliram seni benimsen saniram
Görmeyende de ölirem ne güzelsen YANİ GARA
Benden daha ey ohirsan hanımlar gibi bahirsan
Hamaratsan çoh tohirsan ne güzelsen YANİ GARA
Güzelliğin hışır hışır nevazil bile yahışir
Sevgimde sen de sıhışir ne güzelsen YANİ GARA
Goni gomşi kötülesin her görende hotulasın
Bülbül bibi gelir sesin ne güzelsen YANİ GARA
Huyun sordum hısımlaran bibi demez asla garan
Ama ezen senin yaran ne güzelsen YANİ GARA
Ehram çarşaf senin için enterin var biçim biçim
Yahışirdi Allah için ne güzelsen YANİ GARA
Gaççik bağlirsan yazmayi sevirsen bahça gezmeyi
Hele bacınnan azmayi ne güzelsen YANİ GARA
Peyde çamaşır yıhirsen çoh endezeli sıhirsan
Bilirem işden bıhirsan ne güzelsen YANİ GARA
Huysuz baban gatlaniram o cazi anan taniram
Gardaşın gardaş saniram ne güzelsen YANİ GARA
Tırhıci aç yüzün görim görim de orda ölim
Hele bir de benim bilim ne güzelsen YANİ GARA
Artislere benzedirem her vahıt dua edirem
Uyhiya sennen gidirem ne güzelsen YANİ GARA
Mevlamdan seni dilirem davarlar gibi melirem
Vallahi seni çoh sevirem ne güzelsen YANİ GARA
Zinnur TİRYAKİ
DADAŞ MEMUR
Sabah erken gahiram el yüzümi yıhıram
Aynanın garşısına geçir bene bahiram
Gari sofrayi gurir çay dolmuş önde durir
Okula giden oğlan bene dersini sorir
Bir cigara yahiram çay başından gahiram
Vahıt gelip çatanda gıravati tahiram
Caketimi geyirem paltomi ver diyirem
Ayahgabımi geyip gapi çekip gidirem
Hava soyuh tipi var ağzın burnun sıhi sar
Keyif senin ister sarma goynan dolar sora gar
Birez yürir gidirem çoh çoh dua edirem
Durağıma varanda otobosa binirem
Devletimi sevirem rüşvet nedir bilmirem
Gıt ganaat geçinir az alir şühredirem
Seggiz uşah bir gari yeddi esmer bir sari
Odun kömür bitecah zor beklirem bahari
Ahşam olir gararir cüzdanım çoh morarir
Sabah ahşam dolaşmah ayahlarımi yorir
Eve yorgun dönirem el ayah yıhaniram
Hazır sofra görende aj gurt gibi daliram
Sofra gahir gelir çay içtim mi oliram tay
Yorgunluh uyhi gelir gari gah yataği yay
Zinnur TİRYAKİ
FIKRALAR
SAHAPSIZ MEMLEKET
Erzurumlu iki kadın yıllar sonra İstanbul’da karşılaşırlar. Mevsim sonbahar, havada latif bir sıcak var. Biraz hoş sohbetten sonra söz döner dolaşır Erzurum’a gelir. Kadınlardan biri müjde verir gibi diğerine söylenir.
- Baci baci duydun mi? Erzürüm’e gar yağmış.
Diğer kadın çok bilmiş bir tavırla karşılık verir.
- Tebi yağar anam ne olacah çi, sahapsız memleçet.
ÇİMLERDEN OLDUĞUMİ BİLMİREM
Erzurum’da bir kadınlar toplantısına gelen genç ve güzel bir kıza sormuş:
- Cici gızım sen çimlerdensen?
- Vallah çimlerden olduğumi bilmirem. Yuğari mumcunun gızi, aşaği mumcunun geliniyem.
EŞŞEGİN YARENLİGİ
Erzurumlu bir genç askerliğini yaptıktan sonra memlekete geri döner. İşi gücü olmadığı için bir süre aylak aylak dolaşır.
Anne babası zaman zaman oğullarını evlendirmek için baş başa verip konuşurlar.
Oğlan da konuşmaları gizli gizli dinler. Yine böyle bir konuşma sırasında, annesi kocasına şu teklifi yapar.
- Gız herif, ağırdaki eşşegi satağ da bizim oğlani everağ.
Kocası buna ne he der, ne de yok..
Oğlan bu haberi duyunca çok sevinir. Ancak aradan zaman geçer ve bu konuyla ilgili hiçbir gelişme olmaz. Bunun üzerine genç, bir gün annesine şu soruyu sorar:
- Gız ana, niye heç siz daha babamınnan eşşegin yarenligini etmirsiz?
ONLARI DA ÖBÜRÜ YAPSIN
Adamın birinin iki karısı varmış. Kadınlardan biri, evin bütün işleri kendisine yaptırıldığı için hakime şikayete gidiyor.
- Hâkim beg, gumam oturir, evin bütün işlerini ben yapiram. Gocam da ona bir şey demir.
- Ne gibi işler yapıyorsun kızım?
- Evi mevi ben süpürirem, mali muli ben sağiram, ğamuri mamuri ben yoğuriram, eymegi meymegi ben bişirirem. Daha ne edim?
- Kızım git, bundan sonra evi sen süpür, mevi süpürme; mali sağ muli sağma,
Hamuri yoğur, mamuri yoğurma; ekmeği pişir, mekmeği pişirme; Onları da öbürü yapsın.
YURDUMUZUN KOMŞULARI
Erzurum’un merkez köylerinden, Ortadüzü (Kevahor) Köyü İlköğretim Okulunda, öğretmen sınavda; yurdumuzun komşularını yazınız diye bir soru sorar. Öğrencilerden biri soruyu anlayamaz ve sorunun cevabına:
Saybe abla, Pire Memmet, Gıdik Yahya, Aşır Dede ve Fehim abigil diye ev komşularını yazar.
ÇORBANIN SUYİ
Erzurum Spor Gürcü Kapı taraftarları Ankara deplasmanına giderlerken, sabah kahvaltısı yapmak için bir lokantaya girerler. Herkes çorba söyler. İkikafa Yıldırım adındaki bir taraftar çorbayı yarısına kadar içtikten sonra doymayacağını anlar ve kafile başkanı olan Şadi CİRAN’ dan izin alarak lokantacının yanına gider:
- Ağabeyi biraz çorbanın suyundan verisen
- Kardeşim çorba zaten su neresinden vereyim.
der. Ama kalabalık olduklarından dolayı çekinir ve biraz daha çorba verir. Bunu gören taraftarlar tabağını alarak sıraya geçerler.
- Ağabeyi bene de, bene de diye çorbanın suyundan isterler.
ELBETTE BİNERSEN
Gürcükapısı’nda sıra sıra müşteri bekleyen faytonculardan birine kibar bir adam yanaşarak, faytoncuya:
- Binebilir miyim beyefendi? diye sorar.
Faytoncu:
- Elbet binebilirsen beğ, dedikten sonra kendi kendine şöyle konuşur:
- Ola bu dünyada ne acayip insanlar var! Hem para verir, hem de binebilir miyem diye sorir. Para verdikten sonra teyyareye bile binersen. Sormaya ne lüzum var çi?
ABLA GUDİK DALAN YAPIŞMIŞ
Bir zamanlar sosyetik, şık hanımlar kıyafetlerini tamamlayan bir süs olarak omuzlarına özel tabaklanmış, başlarıyla birlikte tulum çıkarılmış tilki ve sansar pöstekilerini alırlardı.
O dönemlerde bir delikanlı, Erzurum’da bir genç kadının sırtındaki tilkiyi görünce telaşla uyarır.
- Abla, abla dalında bir gudik var.
Kadın kendisine laf atıldığını zannederek arkaya dönüp:
- Terbiyesiz, diye karşılık verir.
Bunun üzerine delikanlı biraz kızgın.
- Bene ne boynun kıtlarsa kıtlasın.
İNTİZAR VE BEDDUALAR
Emeğimin tutsaği olasan
Ekmek atli ola, sen yaya galasan
Dalından vurulasan
Ellere yerinesen
Vurucun vura
Toprak başan
Südüm sümügüm heram ola
Gözen dizen dura
İtinnen alamete, gurdunnan gıyamete galasan
Boynun altında gala
Cigerlerin ağzından gele
Adın şanın gağa
Ağzan su tökenin bulunmiya
Allah’ın ateşine gelesen
Allah dert vere derman vermiye
Ayağların küd ola
Baba davun yiyesen
Başın bata
Be mırat tağtasına uzanasan
Boğazan baba çığa
Boyun bosun devrile
Canın yana
Davun vura
Delik deşik olasan
Dellene dağlara düşesen
Evinde ölmeyesen
Ezrailin oğuna gelesen
Hışıma gelesen
Issi yata soyuğ gağasan
İçin dışın garara
Muradın gözünde gala
Ölün dirin gorbagor ola
Uyuz ola dırnağ bulamiyasan
Yuvanda bayguşlar öte
Zuggum yiyesen
TEMENNİLER
Ayağın daşa deymiye
Ey gün göresen
Ömrün uzun ola
Hızır imdadan yetişe
Allah (c.c.) gönlen göre vere
Baban goruna nur yağa
ÇEŞİTLİ YAKIŞTIRMALAR
Süsli Periza
Hozan Tilkisi
Kalik Ağız
Direyş
Tırğıç
Çoruşmuş
Yere Bağan Yürek Yağan
Öli Yiyen
Teneke Ağız
Cıbıl
Aç Yelloz
Guzzik
Garga Burun
Sari Malakan
Ermeni Pici
Dımbıl
Gındıllik
Tel Ğoroz
Teyyo
Şabbik Ağız
Teşi Bacağ
ATASÖZLERİ
Acınan çıplağ gudurgan olur.
Borçli ölmez rengi sararır.
Çayıri düz al, gariyi gız al.
Mazarattır mazarat, duzli peynir, geveze avrat, zayıf at.
Ne düğün görmüş oynamış, ne ölü görmüş ağlamış.
Hırsız evden olanda öküz bacadan çıkar.
Çöreğinde çigi olan gocunur.
Her işi işledin kaldı fıstığı yeşil.
Arsız neden arlanır, çulda geyse sallanır.
Bekârın parasını it yer, yakasını da bit yer.
Dili de olmasa gargalar gözünü oyar.
Fukaranın ahı, tahttan indirir şahı.
Hizmetkârdan ağa olan, kahveyi yıkar sesinen.
İt araba gölgesinde yatar, kendi gölgesi sanar.
Ölülerde zanneder diriler helva yiyir.
Ölüm hak, miras helâl.
Ağanın malı gider, hizmetkârın canı.
Azan kul ya belasını ya da mevlasını bulur.
Ben kız idim o söz idi.
Ben ağa sen ağa inekleri kim sağa.
Ben umaram bacımdan, bacım ölür acından.
Korun istediği bir göz, biri eğri biri düz.
Lafın azı uzun, çobana verme kızın, ya koyun otlatır ya kuzu.
El elin ölüsüne gülerek ağlar.
Beslemeden hanım olan, kurnayı kırar tasınan.
Dünya yansa bir horum otu yanmaz.
Aç koyarsan hırsız, çok söylersen yüzsüz olur.
Ağır daşı kimse yerinden kaldıramaz.
Aş taşanda kepçeye paha yetmez.
Azıcık aşım ağrısız başım.
Çağrılan yere erinme, çağrılmayan yere görünme.
Delik böyük yama küçük.
Eşek çamura düşende yol gösteren çok olur.
Ev danası öküz olmaz.
Hırsıza beyler borçlu.
Huyli huyuni teneşirde terk eder.
İnek öldi hap kesildi, dana öldi hep kesildi.
İt kursağı yağ götürmez.
Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır.
Peyniri saklayan deri, karıyı saklayan eridir.
Zorunnan it ava gitmez.
Su küçüğün sofra büyüğün.
DEYİMLER
Burnu Kafdağı’nda olmak.
Dereden tepeden su getirmek.
Eli işte gözü oynaşta.
Etliye sütlüye karışmamak.
Har vurup harman savurmak.
İnce eğirip sık dokumak
Kafdağı’ndan kar bağışlamak.
Nerde akşam orda sabah etmek.
Pişmiş aşa su katmak.
Suya götürüp susuz getirmek.
MEŞHUR NÜKTEDANLAR
GULLEBİ TURAN: Gullebbi lakabıyla anılan Turan USTAOĞLU, 1951 yılında Erzurum’da doğdu. Üç yaşındayken babasını kaybetti. Annesi tarafından büyütülen Turan, küçük yaştan itibaren çalışmaya başladı. Esprili kişiliği, konuşma tarzı, olayları ve insanları yorumlamadaki farklılığı ile dikkat çekti. İstanbul ve Ankara’da ki sanatçı çevresi içinde sevilen ve kollanan Gullebi Turan, 1993 yılında sirozdan öldü.
Gullebi’nin hayatında fıkra gibi olaylar olmuştur.
Bunlardan bazıları:
BU SENİN ANAN DEĞİL
Gullebi Turan, bir gün hastane önünden geçerken bir arkadaşına rastlar. Biraz hoş sohbetten sonra arkadaşının nereye gittiğini sorar. Arkadaşı da annesinin hastanede yattığını, onu ziyaret etmeğe gittiğini belirtir. Annesini tanıdığı için onunla beraber gidip, kadına geçmiş olsun demek ister. Yukarı çıkarlar, kadın ağır hastadır, adeta ölüm döşeğinde bulunmaktadır. Odaya girerler, Gullebi kadının yanına yaklaşarak:
- Eze, geçmiş olsun. Beni tanıdın mı? Diye sorar.
Kadın hasta ve yaşlı olduğu için olup bitenin farkında değildir. Turan’a hitaben:
- Yoh oğul, gusura bakma taniyamadım, der.
Bunun üzerine Turan ısrar eder:
- Eze, nasıl tanımazsan? Ben Turan, Gullebi Turan…
Kadın perişan durumdadır. Adamın sorusuna yine olumsuz cevap verince, Gullebi ısrarını yineler:
- Bizim ev sizin sohağın arhasında. Ben iki sene önce sizin odunlari gırmıştım. Sen bene çay demledin, börek yedirdin…
Yaşlı kadın perişan haline mi yansın, Turan’ın sorularına mı cevap versin
bilemez.
- Yoh oğul yoh, taniyamadım, deyince Gullebi hemen arkadaşına döner ve şöyle söyler:
- Gah ula, gah gidah. Bu or…bi senin anan değil! Beni tanımadi…
REKTÖR
Gullebi Turan bir gün üniversitede çalışan arkadaşlarını ziyarete gider. Arkadaşları bunu alıp lokale götürürler. Oturmuş çay içerlerken o sırada üniversite rektörü içeri girer. Orada bulunan bütün insanlar ayağa kalkıp, saygı gösterisinde bulunur. Herkes kalkınca Gullebi de mecburen kalkar. Ancak gelenin kim olduğunu merak etmektedir. Arkadaşlarına:
- Bu çim çi oğlum, niye ele hepiz ayağa galhdız, hazır ola geçtiz? Diye sorar.
Arkadaşı:
- Bu gelen üniversitenin rektörü, onun için ayağa kalktık, deyince hemen atılır:
- Ola ben de sandım çi müdür celdi? Reçtör ne çi ona ayaği gahirsiz?...
BEN SANDIM Kİ SEN YENDİN
Gullebi Turan bir gün uçakla Ankara’ya gitmektedir. Oturduğu koltuk koridorda olduğu için canı sıkılmakta, camdan dışarı bakamamaktadır. Biraz sonra cam kenarında oturan yolcu kalkıp tuvalete gider. Turan da, fırsat bu fırsattır, diyerek hemen onun yerine geçip oturur. Adam biraz sonra geri dönünce şaşırır. Gullebi Turan’ın yüzüne sorgulayıcı bir şekilde bakınca Turan hemen atılır:
- Ağabeyi, ben sandım çi sen yendin. Ne bülim geri gelecehsan!...
HANİ YA EVET DEMEK YOHDİ?
Gullebi Turan İstanbul’a gider. Galata Köprüsü’nden geçerken evet-hayır programının sunucusu Erkan YOLAÇ’ ı görür. Hemen yanına yaklaşıp tıllik bir söyleyişle:
- Ağabeyi sen Erkan YOLAÇ mısan? Diye sorar.
O da yine bir hayranım beni tanıdı diye sevinip, pişkince gülümser:
- Evet, ben Erkan YOLAÇ’ ım diyince, Gullebi hemen uzanır YOLAÇ’ ın çenesine dokunarak.
- Buraya vurim, hani ya evet demek yohti!
MODERN TUVALET
Gullebi Turan bir gün İstanbul’da İbrahim TATLISES ile evinde içki içerlerken kalkıp tuvalete gider. Sarhoş olduğu için tuvalet diye buzdolabının kapısını açarak buzdolabını kullanır ve tekrar gelip masaya oturur, TATLISES’e hitaben:
- Yav İbrahim abi bu ne modern evin var, tuvaletin gapısıni açisan lambasi gendine yanir.
İbrahim TATLISES
- Şaşkınlıkla ne lambası der ve gider bakar ki Gullebi buzdolabını kullanmış.
TEYO PEHLİVAN: Asıl adı Şeyh İDE olan Teyo Pehlivan, Hasankale’nin Ağaçminare Mahallesinde dünyaya gelmiştir. Erzurum’un, özellikle de Hasankale’nin en muzip tiplerinden birisiydi. Onun söylediği ve ona atfedilen pek çok fıkra ve palavra vardır.
Bunlardan bazıları:
ÜÇ AYLAR
Teyo Pehlivan bir zaman siyasi parti işaretlerine kafayı takar. Parmağını yukarı kaldırıp verilen Refah Parti işaretini komünist işareti diye adlandırır. Zafer işaretini İngiliz kraliçesi Viktorya’nın bacakları diye yorumlar. Bunun üzerine yakasında asılı olan MHP’nin rozetini göstererek:
- Pehlivan ya o üç hilal neyin işareti? Diye soranlara şu cevabı verir:
- Re ki oğlum re ki, orrar üç aylar. Recep, Şaban, Remazan…
AĞIR ŞEY KALDIRMA
Teyo Pehlivan bir gün kötü sıkışır. Hemen uygun bir yer arar. Ancak nereye baksa bir duvar dibi veya tenha bir yer bulamaz. Bunun üzerine ellerini duvara dayayıp işemeye başlar. Pehlivan’ı o şekilde görenlerden biri sinirli bir şekilde:
- Ayıp Pehlivan ayıp! Senin gibi bir adama bu yaptığın yahışir mi? İnsan heç olmazsa o termaşın ucundan tutar da etrafına attırmaz, diye sitem eder.
Tabi Pehlivan rahatlamanın getirdiği bir huzur içinde istifini bozmadan karşılık verir:
- Ola haklısan ama belim ele ağırir ki. Tohdor da, Pehlivan sakın ağır bir şey galdırma dedi, o yüzden meredi tutamiram.
İNÖNÜ İLE SEYAHAT
Teyo hararetli hararetli anlatır:
- Rahmetli İrörü ile Amerika’ya gidirdik. İrörü içizde ey yüzüci var mi? demesiyle hemer soyurdum. Gerdimi derize attım. Tam dört saat sora ufak gemilerle it balıklari bere yetiştiler. Gemidekiler beri zorran yuhari çektiler. Bıraksalardi elim Allah Amerika’ya geder yüzecahtım. İrörü beri arımdan öpti, bir madalya verdi. Ama madalya gazoz gapağındanmış, daha sora arradım…